‘Soraya’yı Taşlamak’ Filmi ve Kadın Olmak Üzerine Söyleşi

“…Bir yanda yüksek sesle Kuran’ı dillendirirken, öte yandan ahlaksızlığını sakladığını
zannedenlerden…”
2009 yapımı Farsça bir film olan ‘Soraya’yı Taşlamak’; 14. Yüzyılda yaşamış İranlı şair
Hafız-ı Şirazi’nin bu sözleriyle başlıyor. Film, Fransız bir gazetecinin 1994’de yayınlanan bir
romanından esinlenerek beyaz perdeye yansıtılmış.
Film, İran’da yaşayan Soraya isimli bir kadının yaşam öyküsünü anlatıyor. Soraya dört çocuk
annesi, kendi halinde bir kadındır. Kocası Yusuf, kendi çıkarları uğruna karısına iftira atarak,
recm edilmesine sebep olmuştur.
Yeniden evlenmek için Soraya’dan boşanmak isteyen Yusuf, Soraya’nın kabul etmemesi
üzerine; “Bu dünya erkeklerindir. Bunu asla unutma!” diyerek Soraya’ya, fiziksel şiddetin
yanında psikolojik şiddet de uygular.
Erkek egemen dünyada, sadece kadın olduğu için kendini savunmaktan aciz kalan Soraya’nın
hazin dolu yaşam öyküsü…
İzleyenlerin içini dağlayan, izlemeyince İran’da yaşanan gerçekliğin değişmemesi insanı
araf’ta bırakan bir durum. Ancak yaşanan haksızlığa şahit olmak, bir nebze de olsa bu
kadınları anlamak istiyorsanız bu filmi muhakkak izlemelisiniz.
Bilim insanlarının bir konuyu araştırırken genelleme yapmadığı bir gerçek. Yaşadığımız
dünyada, gün içerisinde pek çok insanla görüşüyor; iş yapıyor, komşuluk ilişkisi sürdürüyor
ya da iletişim kurmaya maruz bırakılıyoruz. Tanıştığımız insanı sevmememiz; onun
memleketini, dinini ve ya ırkını kötülemek hakkını bize vermiyor. Bu zalimce ve cahilce
genellemeyi yapmak hiçbir sorunu da çözmüyor.
Buradan hareketle Soraya’nın yaşadığı insanlık dışı hayatı İslam’a indirgemek ne kadar
doğru?
Nefretimizi kusmak, kadınlığımızı savunmak, haksızlığa karşı isyan etmek için sadece
yazabiliyorsak, yazarız.
Din adı altında bir kadının aldatılması, din adı altında bir kadının aşağılanması ve din adı
altında bir kadının taşlanarak öldürülmesi…
Böyle din mi olur?
Bunun adı din değil, şeriattır. Ayetin orasından, burasından çekiştirip; erkeğin hüküm sürdüğü
topraklarda, mollaların ağzından çıkan tek kelimeyle, bir kadının öldürülmesi mi Allah’ın
adaleti?

Burada bir konuya daha açıklık getirmek istiyorum. Türkiye’de kadın olmak ne kadar zorsa;
Avrupa’da, Afrika’da ya da Orta Asya’da da kadın olmak zor. Zorluk derecesi farklılık
gösterse de, “Kadın olmak zor!”
370 yılında Antik Yunan’da yaşayan Hypatia, devrin en güzel kadınlarındandır. Kendisi
filozof, matematikçi ve astronomdur. Bu zeki, güzel ve bilumum özelliklere sahip kadın,
dönemim dinci barbarları tarafından taşlanarak öldürülmüştür. Hatta kimi kaynaklarda
etlerinin kemiklerinden midye kabukları gibi sıyrılarak atıldığından bahsedilir.
Hristiyan mitolojisinde İsa’nın dirildikten sonra ilk göründüğü kişi olarak kabul edilen
Mecdelli Meryem veya Magdalalı Meryem, İsrail’de kilise tarafından fahişe olarak görüldüğü
için taşlanmıştır.
Ortaçağ boyunca süren engizisyon uygulamalarında da kadınlara yapılan haksızlığı, şiddeti ve
toplumsal baskıyı görebiliriz.
Soraya, Hypatia, Mecdelli Meryem ve benim en belirgin ortak noktamız, kadın olmak.
Yaşadığımız dönem, uygulanan siyasi düzen, inandığımız dini yaşayış şekli farklı. Ancak
çektiğimiz sıkıntılar birbirine yakın.
Bizler erkeklerle eşit haklara sahip olmak, değer görmek, kendimiz hakkında söz sahibi olmak
istiyoruz. Tüm kadınlar kendini gerçekleştirebilme özgürlüğüne sahip olsun istiyoruz.
Yakıp-yıkmadan, sövüp-dövmeden, itip-kakmadan bizi anlamanız bu kadar mı zor?

HİLAL YALIN BULUT

Written By
More from Hilal Yalın

Felsefenin Kısa Tarihi

Okunma sayısı: 952 Felsefe, tuhaf sorularla ve zorlu meydan okuyuşlarla başladı. Tartışmayla...
Görüntüle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir