O gece İstanbul’da üçüncü gecemizdi. Üçüncü ve son gecemiz… Sabah acı vatana gidecektim. Uçuş için İstanbul’a gelmiştik annem ve Zeynep’le. Israr etmiştim siz gelmeyin, ayrılmak daha zor olacak diye ama annem, hem bize de değişiklik olur, tıkılıp kaldık bu avuç içi kadar yerde demişti. Bu antikalarla dolu, gösterişli eve gelmeden önce otobüste annem Zeynep’i sıkı sıkı tembihlemişti. Evde çok eşya olduğunu, çok dikkatli olması gerektiğini, hepsinin antika olduğunu. Akıllı kızım, tamam anneanne demişti. Ah, hep böyle değil miydi Zeynep’im. Bu yolculuk fikrini onlarla paylaştığımda, ablasından daha sakin tepki vermişti. Biz ayrılacağız ama siz babamla kavuşacaksınız, demişti.
Ahmet, beş yıldır Almanya’daydı. Ondan önce giden arkadaşları sayesinde, kısa sürede araba fabrikasında iş bulmuştu. Üç arkadaş birlikte kalıyorlar, masrafları da bölüşüyorlardı böylece. İlk zamanlar bize bolca para gönderiyor, çocuklar boğazlarından geri kalmasın, diye not düşüyordu mektuplarına. Bolluk içinde geçen günlerden sonra, mektuplar seyrekleşmiş, gelen para azalmıştı. Ancak yetiştiriyorum, burada hayat zor, pahalı diyordu. Başta, ses çıkarmamıştım. Önceki gönderdiği paralardan biraz artırmıştım, bunların başıma geleceğini bilmiş gibi. Onlarla idare ettik bir süre. Bu arada, mektuplar iyice kesilmişti. Çocuklar büyüyor, istekleri artıyordu. Babamdan anneme kalan emekli maaşı evi döndürmeye yetmiyordu. Birkaç iş başvurusu yapmıştım, haber bekliyordum.
Bir öğleden sonra, çocuklar okuldayken, annem aklıma girmişti. Ahmet’in orada sevdiği biri olmasın? demişti. Sizin rızkınızı eğer yabancı kadınlara yediriyorsa, hakkımı ona helal etmem diyordu. Başta, olur mu anne öyle şey, bu fikirler aklına nereden geliyor, rica ederim, dediysem de içime bir kurt düşmüştü.
İlk mektubunda, acil durumlar için yazdığı bir numara vardı. Postaneye gidip aradım, açan olmadı. İş dönüşü saatini ayarladım, tekrar aradım. Sonunda açıldı telefon hem de Ahmet ‘in sesiyle. Bir anda, söylemeyi düşündüğüm her şey silindi aklımdan. Sesini, sıcak nefesini, güçlü ellerini ne kadar özlediğimi hatırladım. Ahmet, sen misin dememe fırsat vermeden, neden aradın, ben sana acil bir şey olursa ara demedim mi, diyen azarıyla beni gerçeğe döndürdü. Evet, acil bir şey var. Yarın uçak bileti alacağım, hangi havaalanına inmem gerekiyor, diye bir anda söyledim içimdekini. Ses kesildi, kısa bir öksürük sesi geldi. Neden, ne oldu hayırdır, ne gerek var o kadar masrafa dedi meraklı ve endişeli bir ses tonuyla. Gelince detaylı konuşacağız, merak etme dedim, söylediklerini not alıp sertçe kapattım telefonu.
İşte bu kadardı, içim biraz ferahlamıştı. Yarın ilk iş, acenteye gidip bilet işini de halledince her şey tastamam olacaktı. Çocuklara durumu anlatmak biraz zor olacaktı ama olsun. İkisi de büyümüştü artık. Başta tepki verseler de, zamanla alışacaklardı bu duruma. Hem onları anneannelerine bırakıyordum. Gözüm arkada gitmeyecektim.
Kısa sürede bilet işlerini halletmiştim annemin bozdurmam için verdiği çeyrek altınla. Hem Almanya biletini almış, hem İstanbul’a gidiş biletlerimizi almıştım. Elime biraz para bile kalmıştı. Gün geçtikçe doğru bir karar verdiğime iyice emin oluyor, başıma neler geleceğini düşünüp, değişik senaryolar yazıyordum. Her hâlükârda, benim için büyük bir macera olacaktı bu yolculuk. Aklıma takılan, çocuklarımı ve annemi yalnız bırakmaktı. Annem, en büyük destekçim olmuştu hep. Git kuzum, Ahmet’le konuş, dinle, anla. Olmadı mı, kendine güzel bir iş bul çalış, lisan öğren. Bizi düşünme, bir şekilde hallederiz biz, diyordu.
Son gece gelmişti. Yatağa girmiştik. İçim kıpır kıpırdı. İlk defa uçağa bineceğim için çok heyecanlıydım. Beni, orada bilinmezlik karşılayacaktı. Ahmet’le neler olacaktı, beni nasıl karşılayacaktı. Bunları düşününce içimi bir karanlık kaplasa da, Zeynep’e sarılınca hepsi yok oldu. Ona iyice sarıldım, onu da yanımda götürmek istercesine. Daha uykusuna teslim olmamış ki, Zeynep gözünü açıp, Anne sabah mı oldu, gidiyor musun? diye endişeyle sordu. Hayır, güzel kızım, sabaha daha çok var, hadi uyu dedim ve tekrar sıkıca sarılarak, gözlerimi kapattım.