Başını omzuma koydu ve boynumda bitmek bilmeyen bir sessizliğe gömüldü. Nefes alıp verdiğini hissetmesem öldüğünü bile söyleyebilirim. Nereden çıktı şimdi bu suskun romantizm? Her şey güzel başlamıştı oysa ki, 3. vagon 16. koltuk. Yerime geçip, kısa kızıl saçlarımla yanımdaki, benim gibi öğrenci olduğunu tahmin ettiğim yabancının dikkatini çektiğimi fark ederek ama bunu pek de belli etmeyerek, çantamdan kitabımı çıkardım ve okumaya başladım. Kitabımın adını sormasıyla başlayan sohbet okullarımıza, dinlediğimiz müziğe, sevdiğimiz filmlere ve eski sevgilime kadar uzandı. Sonra birdenbire sustuk. Biliyorum, yapmamalıydım, yeni birine hemen eski sevgilimden bahsetmemeliydim, tanışalı daha yarım saat olmamışken hele. Keşke hiç konuşmasaydım, hem daha gizemli görünürdüm, içimde sakladığım çok büyük sırlar varmış gibi. Ya da Paris’ten bahsetseydim, oraya gitmeyi ne kadar çok istediğimden. Paris hakkında epey havalı şey biliyorum ama Erasmus Öğrenci Değişim Programı için başvuru yapamadığımı, çünkü Fransızca sınavını geçmek için sürekli sınava girdiğimi ve bunun çok zor olduğunu da biliyorum. Not al bunları, başarısızlıklardan ve eski sevgililerden bahsedilmez.
“Eski sevgilimden, bana sürekli ne yapmam gerektiğini söylediği için ayrıldım,” dedim. Sen de onun gibi olma demek için, beni üzecek ve bunaltacaksan hayatıma hiç girme demek için söyledim. Ama zamanı mıydı şimdi, biraz ilerleseydik, tren dursaydı, belki bir kahve eşliğinde anlatsaydım illa anlatacaksam.
Eskişehir’e gelmek üzereyiz. Kim bilir kaç kişi tanışmıştır bu trende. Evlenenler de olmuştur belki, kim bilir belki bu yolculuğun sonunda bir şeyler olur, yıllar sonra hatırlarız. Bayağı güzel hikâye. Neler diyorum ben, henüz yarım saattir tanıdığım ve beş dakikadır omzumda ses çıkarmadan duran biriyle evlenme hayalleri kurmak da nerden çıktı? Benim tipim bile değil. Ter kokuyor, sakalları da çok uzun. Tişörtünün üstüne giydiği kareli gömleği buruş buruş. Ama o saçları güneş vurunca nasıl da güzel sarıya dönüyor. Konuşurken gözlerinin içine giresim geliyor. Hem ben de çok güzel sayılmam. Benden hoşlanmasını istiyorum, çok istiyorum.
Nefes aldığını hissetmiyorum. Keşke ölmüş, hatta hiç var olmamış olsaydı. Torunlarını anlatan tonton bir teyzeyle seyahat etseydim mesela. Küçük kalp krizleri geçirmezdim böylece. Hem fazla kilolarımın da yeniden aklıma gelmesine gerek kalmazdı. “Beş kilo versen güzel kızsın,” demişti Deniz. Bu kadar kolay işte, beş kilo, güzelliğin sırrı. Hem ben de Deniz’le veya arkadaşı Bahadır gibilerle çıkabilirim. Diğer kızlardan daha iyi muhabbet ediyorum, sırf zayıf ve ince bacaklılar diye yanlarında gezdiriyorlar onları. Yine çok çirkin düşünmeye başladım. Eril zihniyetin fikirlerime hâkim olmasına asla izin vermemeliyim. Not al, hemcinslerinle kendini kıyaslama ve yeni tanıştığın birine hemen âşık olma.
En sonunda başını kaldırdı, “Çok güzel kokuyorsun,” dedi bana. Biliyorum, güzel koktuğumu, eski sevgilim de söylerdi. Çıkar artık şu eski sevgiliyi aklından. Hem madem bu kadar seviyordun neden terk ettin demezler mi o zaman? Sevmek değildi, kaybetme korkusu olmadan vakit geçirmekti belki. Belki de ilk olduğu içindi. Her şeyimi, sevdiğimden emin bile olmadığım birine açmanın gereği var mıydı? Vardı ya da yoktu, bunları yeni âşık olmuşken düşünmenin sırası mı?
“Eskişehir’e yaklaşıyoruz,” anonsuyla beraber toparlanmaya başladı.
“Eee, ne yapıyorsun akşam?”
Ne mi yapıyorum? Bu bir teklif mi? Hemen kabul etmemeliyim. Bu kadar istekli olduğumu belli etmemeliyim. Kalbimin sesini duyuyor mu acaba?
“Bilmem, belki ders çalışırım.” Umarım sesimle yalan söylediğimi belli etmemişimdir. Ben yalan söylemek konusunda o kadar da iyi değilimdir.
“Bana gelsene, bir şeyler içer, takılırız.”
Yuh artık daha yeni tanışmışken eve davet etmek ne demek! Bir çay kahve içmeden, huyumu suyumu öğrenmeden, kendinden hiç bahsetmeden eve çağırma görgüsüzlüğünü yaptığına inanamıyorum.
“Ne yani? Daha seni tanımıyorum bile. Ne evi hemen?”
“Ohoo ilk dakikadan bu triplere gireceksen olmaz kızım seninle.”
O an sinirden elim ayağıma dolaştı ve hiçbir şey söylemeden çantamı alıp çıktım gittim. Bir şeyler söyledi canım burnumda olduğundan algılayamadım.
Trenden indikten sonra kafamda oradan oraya çarpan anlamsız cümleler; benimle olamazmış, kültürlerimiz uyuşmuyormuş, ona göre fazla marjinalmişim, iyi bir kıza benziyormuşum, onun aradığı şey farklıymış. Hay yalanlarına sıçayım!
Hem bak ne öğrendim, Fransızcadan geçmişim, geçmişim! Bak, kanatlarım çıkıyor. Bembeyaz bir martı oldum ben, garın penceresinden çıkıyorum dışarı, herkes aşağıda, küçücük… Hemen gidip trendeki çocuğun kafasına sıçmam lazım, ya da boş ver, ben Paris’e gidiyorum.
PELİN ÜNAL